Sosyal kaygı kavramı, başkaları tarafından gözlemlenebilen veya değerlendirilebilen durumlarda yaşanan rahatsızlık hissini ifade eder. Başka bir deyişle, yaptığınız veya söylediğiniz şeyler nedeniyle çevredeki insanların sizi istenmeyen biçimde yargılayacağını düşünmek veya hissetmektir (Butler, 1999). Topluluk önünde konuşurken veya yemek yerken hissedilen olumsuz değerlendirilme korkusu, sosyal kaygıya örnektir.

Elbette herkes belirli düzeyde sosyal kaygı yaşar, ancak bu kısa süreli olması ve kişinin hayatını aksatmaması yönüyle normaldir. Kişinin hayatındaki fonksiyonlarını yerine getirmesine ve önemli hedeflerine ulaşmasına engel olacak derecede yoğun ve sık yaşanan sosyal kaygı, probleme dönüşmüş demektir (Antony, 2004). Örneğin, aşırı sosyal kaygısından dolayı sunum yapamayan bir çalışan, bu engel nedeniyle kariyerinde yükselemeyebilir. Bu durumda bu çalışanın sosyal kaygısı hayatındaki işlevlerine engel olmuştur. Psikolojik bir bozukluk olarak “sosyal kaygı bozukluğu” ise, sosyal durumlarda ortaya çıkan ve günlük aktivitelere engel olan yüksek dereceli kaygı hali olarak tanımlanmıştır (Kearney, 2005).

Kişi insanların dikkat odağındayken, otorite figürleri ile konuşurken veya insanlarla tanışırken yüksek düzeyde sosyal kaygı yaşayabilir. Okul hayatında, bu sorun kendini diğer öğrencilerin önünde veya öğretmen ile idari personelin karşısında konuşurken veya performans sergilerken kaygılanma olarak gösterebilir. Yine, kişilerin insanlarla tanışma ve yeni sosyal ilişkiler kurmasına ket vurabilir.

Sosyal kaygının fizyolojik, bilişsel ve davranışsal olmak üzere üç bileşeni vardır (Antony, 2004). Kaygı durumunda yaşanan titreme, terleme, baş dönmesi, ses kısılması, kızarma gibi bedensel tepkiler fizyolojik bileşene örnektir. Sosyal kaygı yaşayan kişinin anlamlandırma, varsayım ve düşünceleri bilişsel bileşeni oluşturur. Örnek olarak, “Herkes bana bakıyor, bana gülecekler, benimle dalga geçecekler, hatalar yapacağım.” gibi gerçekçi olmayan düşünceler gösterilebilir. Sosyal ortamlardan kaçınma, göz kontağı kurmama, yolda karşılaştığın bir tanıdığını görmemiş gibi yapma gibi kaygının harekete dökülmüş hali ise davranışsal bileşendir. Sosyal kaygının fizyolojik, bilişsel ve davranışsal bileşenleri birbiri ile bağlıdır. Kaygı fiziksel belirtiler ile başlayıp, bu belirtilerin gerçekçi olmayan his ile düşünceleri ve sonucunda çeşitli davranışsal tepkileri tetiklemesiyle devam edebilir, veya süreç bir düşünce ile başlayabilir. Böylece kişi korkulan durumlardan kaçınmaya başlar ve sonucunda kaygı döngüsü devam eder (Antony, 2004). Sosyal kaygı kendi kendini besler ve üretir.

dışlanmış çocuk

Ergenlik dönemi ile sosyal kaygının ilişkisine bakarken, “hayali izleyici kitlesi” kavramını açıklamak faydalı olacaktır. Ergenlik dönemindeki bireyin; herkesin kendisini fark ettiğini, herkesin kendisi hakkında düşündüğünü ve herkesin yaptığı her şeyi değerlendirdiğini düşünmesi veya hissetmesine “hayali izleyici düşüncesi” adı verilir. Ergen birey sanki hayali bir izleyici kitlesi varmış ve hep onu izliyormuş gibi hisseder. Böylece ergenlik dönemindeki bireyler sosyal kaygıya daha çok maruz kalmaktadırlar.

Sosyal kaygının olumsuz etkilerini azaltmak için neler yapılabilir?